15 Aralık 2009 Salı

KAYKAY DOSYASI


KAYKAY DOSYASI

Son yılların popüler aktivitesi, eğlenceli spor kaykay hakkında konuşmak için bu işe gönül veren isimlerden Önder Özkoç ile görüştük.

Ne zamandır bu sporla ilgileniyorsunuz?


2003 yılından beri kaykayla ilgileniyorum ve kaykaya olan tutkum hiçbir şekilde azalmadı. Elbette ki üniversite ve iş hayatının etkisiyle aktif kayış süreniz azalıyor fakat eğer kaykayı hayatınıza sokmuş ve ondan zevk almışsanız, kim olursanız olun hayatınızın hep bir parçası oluyor.


Sizi kaykaya yönlendiren neydi?


Kaykay ülkemizde 1980’lerden beri var. ABD’de çıkışından çok sonra bir tarih bu. Birkaç yıl öncesine kadar kaykaya yönlenmek için sadece tesadüfler söz konusuydu. Bir filmden görerek etkilenmiş ya da yurtdışından güzel bir kaykayı olan arkadaşınıza imrenmeniz gibi. Şu anda ise oldukça farklı bir durum söz konusu ve kitle son 3 yılda ciddi bir ilerleme kaydetti. Başta İstanbul, İzmir, Antalya ve Bursa gibi illerde kaykaycı sayısı arttı ve artmaya devam ediyor. Buna ek olarak da kaykay adına yapılan her şey, etkinlik, tv programları hatta reklamlar bile artık heyecanı ve eğlenmeyi seven gençleri kaykaya yönlendiriyor.


Türkiye’de kayılabilecek en iyi yerler sizce nerelerdir?




Türkiye kaykay için cennet denilebilecek bir yer. Bir çok ülke güneşi görmeyen parklardan başka yerde kayamıyorlar. Fakat ülkemizde harika bir iklim, harika spotlar (kayılacak mekanlar) var ve bu da zaten her geçen gün Amerikalı ve Avrupalı takımların, profesyonellerin ve markaların dikkatini çekiyor. Tur ve video çekim listelerinde Türkiye’nin de adı geçmeye başlıyor. İstanbul için en popüler kayış mekanı Beşiktaş Barbaros meydanıdır. Yakın zamanda Beşiktaş’ta açılan Türkiye’nin tek kapalı Skateparkı; 720 Adrenalin kaymak için oldukça iyi bir yer. Artık isteyen kaykayını alıp buraya gidebilir, rahatça hem kendini geliştirebilir hem de tüm profesyonel kaykaycılarla tanışma şansı yakalayabilir. Ayrıca İzmir’de Bostanlı Demokrasi Meydanı, Alsancak Gündoğdu Meydanı gibi yerler de ünlü spotlardan. Ankara’de Meclis Parkı, Antalya’da Karaoğlan Parkı, Bursa’da Nilüfer gibi yerler de kaykay için ideal alanlar.


Müzik sizin için ne kadar önem taşıyor? Kimleri dinliyorsunuz?


Müzik kaykay denildiğinde her şey. Her adımızda, her kaykayın üstüne çıkışınızda heyecanınızla bütünleştirdiğiniz bir şey. Tabii ki benim için de öyle. Link Park, Metallica, Disturbed, Static-X, Limp Bizkit gibi grupların parçaları hep müzik çalarımdadır.

Kaykay yaparken neler hissediyorsunuz?


Kaykay sen kimsen odur. Yani kim olursan ol sana haz ve heyecan verir. Karakterin onu şekillendirir. İstediğiniz müzik tarzını dinleyin, istediğiniz karaktere sahip olun; eğer gerçekten istiyorsanız kaykayın karakterini yaratır ve onla bütünleşirsiniz. Sizi heyecanlandırır, hırslandırır, özgürleştirir, düştüğünüz zaman kalkabileceğinizi öğretir, kötü alışkanlıklardan uzak tutar ve hayatınıza anlam katar. İşte ben kaydığım her zaman bunları hissederim. Eğer aklınızın ucunda bile böyle bir merak varsa yaşınız ne olursa olun kaykaya başlayın.

Yeni başlayacak olanlar için ne önerirsiniz?


Yeni başlayan arkadaşlar için süreç eskisinden daha kolay. Yapmaları gereken oyuncak kaykaylardan uzak durarak, kendilerine uygun profesyonel yani gerçek bir kaykay hedeflemeleri. Son bir yıldır İzmir’de ücretsiz olarak kaykay kursları veriliyor ve bu yıl içinde yaklaşık 6 ilde ücretli ya da ücretsiz olarak isteyen herkes eğitim alabilecek.

Türkiye’nin en iyi kaykaycısı kim?


Dünya için bile bu sorunun cevabı yok ama Cenk Kuli, Can Uzer, Sercan Oyanık, Ahmet Bozkuş, Mert Kafalı, Tuncay Koçal ülkemizde kendini kanıtlamış isimler.

www.skateboardingturkey.com


Fulin Aktuna
Pop Up - Eylül 2009

INNA

DAHA DA SICAK OLACAK!


Geçen ay İstanbul'u sallayan Inna'yı dinlerken bana sıcak bastı biraz... Neden mi?


İnsan beyni gerçekten çok acayip bir mekanizma. Mesela bir şarkıyı ilk dinlediğinizde hangi ruh halindeyseniz o şarkıyı ne zaman duysanız aynı hisler canlanır. Melankolik bir şarkı sizi tuhaf bir şekilde o şarkıyı ilk dinlediğinizdeki ana götürüp gülümsetebilir. Ama tam tersini de yaşayabiliyor insan. Şu an herkesi deli gibi eğlendiren, dans ettiren, mutluluktan uçuran Inna'nı 'Hot' şarkısıyla işte böyle "terso" bir anda tanıştım. Hafiften abayı yaktığım (hafiftenmiş peh!) şahsı kız arkadaşıyla birlikte görüp dağıldığım o travmatik anda fonda Inna'nın 'Hot' şarkısı çalıyor, bendeniz dışında ortamdaki herkese neşe saçıyordu. Resme bakar mısınız! Ühü :(

BALKANLAR'DAN DÜNYANIN ZİRVESİNE

Benim depresif hikayemden Inna'nın başarı hikayesine geçelim dilerseniz! Inna kızımız eğlenceli bir diyardan; Balkanlar’dan geliyor. 1986 yılında Romanya’da Karadeniz’e kıyısı olan küçük sahil kasabası Mangalia’da dünyaya gelen Inna burada ekonomi lisesini bitirdikten sonra eğitimine Köstence Üniversitesi’nde devam etti. Müziğe nasıl başladığını hatırlamıyor, kendini bildiğinden beri müzikle iç içe olduğunu söylüyor. Yine de küçük bir kasabadan büyük şehre taşınmasının adını duyurmasında büyük önem taşıdığı da bir gerçek. Köstence’ye taşındıktan sonra çeşitli kulüplerde sahne almaya başlayan Inna, daha sonra şansının da yardımıyla prodüktörlerle tanışınca albüm yapması kaçınılmaz oluyor.



HOT İLE ZİRVEYE!

‘Hot’ın yakaladığı büyük başarıyla dünyaya açılan Inna, seksi kadın kontenjanından da yararlanarak kostümleri, dansları ve sahne şovuyla da ilgi çekmeyi başardı. Kıyafetlerini kışkırtıcı bulanlara şaşırdığını, aslında normal giyindiğini söylüyor (bir de kışkırtıcı giyinse ne olacak acaba :P). Kendisini seksi bulup bulmadığı sorulduunda ise tevazuyu elden bırakıyor ve kendisini çok beğendiğini her fırsatta söylemekten çekinmiyor. Inna'nın albümünde 'Hot'ın birden fazla remiks versiyonu bulunuyor. Bunun dışında 'Love', 'Fever' ve 'Don't Let The Music Die' öne çıkan şarkılar arasında. Yeni single olarak yayınlanan 'Love' genel olarak 'Hot'a benzetildi ve eleştirilere maruz kaldı. Sonuçta ne olursa olsun Inna plajların ve kulüplerin vazgeçilmez ismi haline geldi ve yükselişini sürdürüyor, 'Hot'ın sözlerindeki gibi "uçmaya devam ediyor." Hatta bir itirafta bulunayım, bu yazıyı yazarken Inna'nın 'Hot' şarkısını defalarca dinledim ve artık bu şarkı bana o nahoş anıyı değil; eğlenceyi, mutluluğu ve arkama bakmadan devam etmeyi hatırlatıyor. "Boş versene kızım, dansa devam et" diyor!

* 16 Ekim 1986 Romanya doğumlu.

* Gerçek adı Elena Alexandra, son bir yıldır Inna adını kullanıyor.

* Türkiye’yi çok seviyor, daha önce Kuşadası’nda tatil yapmış ve tekrar gelmek istiyor.

* MTV’nin ünlü programı A Shot Of Love With Tila Tequila’ya katılmak için uğraştığı ve biseksüel olduğu söylentisi yayılınca, bunun doğru olmadığını açıkladı.

Fulin Aktuna


Pop Up - Ağustos 2009

28 Kasım 2009 Cumartesi

FUAT (BENİM HİKAYEM)


Rock’n Coke’ta sahne almaya hazırlanan Fuat son derece çarpıcı anlarla dolu hayat hikayesini ilk defa Blue Jean’e anlattı.

Ne zaman nerede doğdun?

30 Ekim 1987 Perşembe günü, saat 16.15’te Berlin’de doğdum.

Büyüdüğün evi ve yaşadığın mahalleyi biraz anlatır mısın?

Annem babam Kronsberg’de oturuyorlardı. Annem de, babam de terzi. Almanya’da bir konfeksiyon firmasına dikişçi olarak giriyorlar. Önce bir bodrum katında yaşıyorlar, annem bana hamile kalınca da yolun karşısına taşınıyorlar. Çünkü oturduğumuz ev çok rutubetliymiş. Kronsberg’in en acayip yerinde böyle Yugoslav çingenelerinin, Türklerin, Arapların karmakarışık olduğu bir semtte dünyaya geldim. Beni yuvaya gönderemediler. Ben yuvada durmadım. Beni bir gün bırakmışlar, bütün gün ağlamışım orada. Sonra semtimiz gerçekten saçma sapan bir hal almaya başladı. Sokakta olaylar, hırsızlar, kapkaççılar, uyuşturucu satıcıları, punklar, serseriler, eroinmanlar… Annem babam çok rahatsız oldu bu durumdan, Reinickendorf diye daha nezih bir semte taşındık. Annem babam o dönem postanede çalışıyordu. 84’te de temelli döndük Türkiye’ye. İlkokul 5’e kadar Almanya’daydım. Diploma alamadan geldim. Karne denkleştirmesi yapıp ortaokul 1’e soktular beni burada. Şile 50. Yıl Lisesinde ortaöğrenimime başladım.


"BEN KAZARA OLUYORUM, ÇOCUK PLANDA YOK"

Nasıl bir çocuktun?


Ablalarım 58, 59 ve 61 doğumlu. Ben kaza oluyorum aslında çocuk planda yok. Ben doğduğumda en genç ablam 11 yaşında filandı. Ben erkek de olunca tabii acayip oluyor. Müziğe çok alakam vardı, bir kovboy şapkam vardı hiç çıkarmazdım. Belimde kovboy kemeri çifte tabanca. Bir elimde gitarım bir de kovboy şapkası. Telleri olmayan plastik gitarla Suzy Quatro’nun ‘48 Crash’ şarkısı vardı onu söylüyordum. İnanılmaz sevgi içinde büyüdüm. El üstündeydim, prenstim.

Büyüdüğünde ne olacaksın dediklerinde ne diyordun?

Büyük senaristtim. Oturup “ben büyükken” diye başlıyordum hikayeye. 1974 yılında “Jaws” çıkıyor. O kadar etkilenmişim ki annemler anlattı 2.5 yaşında duvara köpekbalığı resmi çekmişim. Taşınana kadar durdu böyle gerçekten de çizmişim. İnanılmaz şekilde dalgıçlığa merak sarıyorum Jack Custo nedeniyle. Onun belgeselleriyle büyüdüm. İdolüm değildir ama suyun altına dalma tüpünü icat etmiştir. Dalgıç elbisesini icat eden adamdır. Şile’ye de gidip geliyoruz yazları. Deniz, palet, şnorkel… Küçük yaşta başladım 5 yaşında gözlüğümü takıp yüzdüğümü hatırlıyorum. Temelli döndükten sonra zıpkın diye tutturdum, zıpkın aldım kendime. O kadar güçsüzüm ki kuramıyorum bile. Abilere kurduruyorum. Denize sardım. Dayım geliyordu, balığa çıkarıyordu bizi. Çok genç yaşta gece balıkçılığa çıkmaya başladım. Onun dışında basketbol oynadım. Potamızı tahtalardan çaktık, bir de inşaat demiri alıp büktük. Elimizde plastik top, olmadığı zaman gazete kağıdını ıslatıp tutkallayarak oynadığımızı hatırlıyorum. Çelik-çomak oynardık, mahalleyi temizlerdik. Sonbaharda yapraklar düşer, her yer dut yaprağı olurdu, onları temizlerdik. Dekman oynardık, elinde tahta tüfek “dekman, dekman” diye ateş edersin ya, o işte. İnanılmaz derecede askerlere, helikopterlere, savaş filmlerine meraklıydım. Ta ki 1986’da “Platon” u izleyene kadar. “Rambo” nun hastasıydım mesela. “Terminator”, “Predator” filan. Sonra 86 yılında sinemada Platoon’a gittik. Savaştan tiksindim o zaman. Çok uyandırdı beni o film. Eve geldim, bütün Rambo posterlerini söktüm.Tamamdır dedim bu savaş hikayesi. Tavanımda helikopterler asılıydı, onları da koparıp mahalledeki çocuklara dağıttım.


"BANA FREAK GÖZÜYLE BAKMAYAN YANLIŞ BİR GÖZLE BAKIYORDUR"

Favori oyuncakların var mıydı?


Eşeğim vardı, üstüne biniyorsun istersen tekerleği var, istersen demirlerini büküyorsun sallanan eşek oluyor. Askerlerim çok önemliydi ve ben onları çok ufak yaşta modifiye etmeye başladım. İğneyi çakmakla ısıtıyorum askerleri deliyorum, kollarını bacaklarını koparıyorum, kırmızı ojeyle kan sürüyorum. Kendi oyuncaklarımı kendim yaratırdım ve başka çocuklarla oynayamazdım. Çünkü benim akıl yürüttüğüm oyuna ayak uyduramıyorlardı. Bildiğin senaryo kuruyordum. Hep detay manyağıydım. Türkiye’ye gelince de mahallede basketbol, çayırda futbol oynardık. 16 yaşıma kadar oynadım. Arkadaşlarımın flörtü vardı ben hala oynuyordum. Oyuncaklarımı okula bile götürüyordum. Bazen dersi kaynatmak için saatlerce oyuncağa bakıyordum.

Sana o zaman freak gözüyle bakıyorlar mıydı?

Ben zaten freak’im. Bana freak gözüyle bakmayan yanlış bir gözle bakıyordur.

Bu arada dersler ne oldu?

Teşekkür getirdim ilk yıl, orta ikideyken babam vefat etti bir zayıf getirdim. Gittim bütünlemeye verdim. Orta üçteyken üç zayıf getirdim. Gittikçe viraj aşağı inmeye başladı. Saldım çünkü, kaçıyorum okuldan. Hiçbir şey umrumda değil, sigara içiyoruz arkadaşlarla. Babam öldükten sonra okuldan soğudum. Pek bir planım yoktu, daha sonra toparladım. Dokuzuncu sınıfta üç zayıfım vardı; matematik, fizik, kimya. Gittim yaz boyunca ders aldım. Elazığ’lı bir hocam vardı Ali bey, harika öğretti bana. O kadar yuttum ki bir daha asla zayıf gelmedi. Bütünlemeyi geçtim sonraki yıl devamsızlıktan kaldım. 21 gün özürsüz devamsızlığım vardı. İkinci sene sınıfa girdik, o kadar çok kişi kaldık ki… Necmi vardı arkadaşım aynı sınıfta olalım diye kaldı o sene. Ben de kaldım ama. Gülmüştük ama eğlenmiştik. Çift dikiş bir girdim sınıfa, çocuklar senin gözünde ya. İnanılmaz zırhlıyım ama edebiyat defteri dolu zaten, işleyeceğimiz her şey var. O sene edebiyat dersini hoca benimle yaptı. Emel hanım, kulakları çınlasın. Harika bir öğretmendi, aldığım ilhamın yüzde 60’ını 70’ini o kadına borçluyum. Düşünce sistemi ya da analiz etmek… O kadına çok şey borçluyum.

Bu sırada hiç aşk hikayesi olmadı mı?

Babamın öldüğü yaz Şile’deydim. Bir kız vardı ona aşık oldum. Beraber yaz tatilini geçirdik, çok güzeldi el ele tutuşup geziyorduk ma o bile gizli yerlerde. Okul başlayınca yanımdan geçti ben de durdum “naber” dedim. Hiç bakmadı, gitti. Şok oldum, o kadar üzüldüm ki. Sonra peşinden gittim. Tam evine girecekken yapıştım koluna. Dedim “ne oldu,bir şey mi yaptım? Bir şey yaptıysam özür dilerim”. “hayır görüşemeyiz. Bizi beraber görmüşler annem beni dövdü” dedi. O 11 ben 13 yaşındayım. Ben de bıraktım, döndüm arkamı gittim.

İlk ciddi ilişkini ne zaman yaşadın?

İlk ciddi ilişkimi 2005 yılında 16 Haziran’da Müjde’yi tanıdığım gün oldu (şu anki kız arkadaşı). Yaşım da iyiydi ama uzun süre bir kızla beraber olmadım. Yalnız takıldım ve tamamen kendime konsantre oldum. Arkadaşlarım yeterince kötü örnek oldular. Onların ilişkilerine bakıyordum ve böyle bir şey istemiyorum diyordum. İlk ciddi ilişkim Müjde’dir.


"UMARIM ANNEM VE BABAM BAŞARILARIMI GÖRÜYORDUR"

Hayatının önemli bir dönüm noktası babanı kaybetmen, nasıl kaybetmiştin?


Kanser oldu. Annem de. İkisi de kanserden öldü. Babam karaciğer sirozu ve pankreas kanserinden vefat etti. Annemde de mide ülseri vardı, mide kanserine çevirdi.88’de Almanya’ya turist olarak gittik, annemi hastaneye yatırdılar apar topar midesini aldılar. Kemoterapiye gitmesi gerekiyormuş. Gitmedi, kemik kanserinden öldü.

Nasıl etkiledi seni?

Babamın ölümü etkiledi ama dayım geldi babamı gömdükten sonra, elini omzuma koydu ve “sensin” dedi. “Anladın değil mi?” dedi, “anladım dayı,reis” dedim. Bir daha bir şey söylemedi. Dayım bana çok güç verdi o konuda. Bir cümlesi olayı anlamama yetti. Annem vardı, yası çok büyüktü. Anneme destek olmak durumundaydım. Bu yas annemi yedi bitirdi. Üç sene içinde kanserden öldü. Çok seviyorlardı birbirlerini, genç de öldüler; babam 50 annem 48. Tamam üzüldüm ben de bir yıl yas tuttum. Sonra kalktım ve dedim tamam bu kadar. Öleceklerdi zaten, erken öldüler. Yıllar geçtikçe acı da azalıyor içinde. Benim adam olmama çok büyük katkısı oldu. Hayatta olsalardı belki sırtımı onlara yaslardım ve bu kadar emin, kendi ayakları üstünde duran bir adam olamazdım. Ölümlerinin en pozitif tarafı kararlarımı kendim verebilmem oldu. Tabii isterdim annem babam evliliğimi görsün, albümlerimi görsünler, ne olduğumu bilsinler ama umarım görüyorlardır.

Rüyanda görüyor musun?


Rüyamda görmüyorum, yıllar önce babamı gördüm rüyamda, geldi bana sarıldı. Babam hep çıplak gezardi; altında şort, ayağında terlikleri. Hasta ya yanıyor. Bir terzi dükkanından çıktı rüyamda geldi sarıldı. Kokladım babamın kokusunu aldım. Çok acayipti. Babamın ölümünde çok acayip bir olay oldu; evin altında babamı yıkıyoruz. Dayım “şofbeni yak su ısınsın” dedi. Suyu açtım çamur akıyordu sanki. Dayımı çağırdım, moralim bozuldu babamı yıkayacağız. Dayım geldi tekrar açtı temiz su akmaya başladı. O temiz syla babamı yıkadık. En son duruladık babamı kapattık. Sonra geldim ben, ölüyü yıkadığın yere bir su vur derler. Bir açtım yine çamurlu su. Sırf onu yıkamak için miydi dedim. Kimseye de anlatmadım bunu. Babamın öldüğü günden sonra 3.5 ay yağmur yağmadı. Öyle mistik bir olay geldi başıma.

13 yaşında babanı yıkama görevini sana mı verdiler?

Evet yıkamak durumundasın. İslam’a göre 12 yaşından itibaren reşit sayılıyorsun. Hoca efendiyle yıkadım, dedemi de ben yıkadım.

Rap aşkı nasıl başladı?

88’de Kubilay geldi Şile’ye. Rapçi gibi geldi; bol pantolon, şapka, zincirler… Plaklar, kasetler getirmiş, dinletti bize hastası olduk. Türkiye’de yok çünkü. Hepimize aşıladı rapi. Zaten dans ediyorduk, acid dinliyorduk 88’de. Kubilay’ın sürüklemesiyle birden kendimizi içinde bulduk. Kubilay rock diye gelseydi şu anda herhalde saçlarım belimde olurdu.


"1991'DE FATİH AKIN'LA SAHNEYE ÇIKTIM"

Break dansa ilgi duydun mu?

İlgi duydum ama yapmadım. Almanya’da düğünlere gidiyorduk, kaset koyup ayakkabıları çıkarıp çorapla yerde hareketler yapıyorlardı. Anlamıyordum ama çocuktum ama 88 de müzik dinlemeye başladım. 89’da annem ölünce Almanya’ya geri gittim. Orada da inanılmaz bir ortama düştüm, hip hop partisine götürdüler beni. Berlin’de lokal grupların çıktığı hip hop partisine gittim; dört bin kişi gelmiş. Hepsi bir style ceketler, tişörtler, şapkalar… O zaman altımda lacivert kumaş okul pantolonu, üstümde gömlek, onun üstünde siyah ceket, kolunda da Run DMC arması. Kendim dikmişim bir tarafı kalkmış filan böyle. İnanılmazdı, kimseyi tanımıyorsun ama duruyorsun öyle. Gide gele tanımaya başladım. 91’de ilk ingilizce rapleri yazmaya başladım. İlk kez rap yaptığım, sahneye çıktığım yer de Şile’dir. 91 yazı, festival var. Belediye alanına sahne kurmuşlar. Fatih Akın’la (yönetmen) birlikte çıktık. O çıktı Doggy Fresh’ten okudu, ben çıktım Vanilla Ice’dan okudum.

Hiç ölümden döndün mü?

Tabii. Trafik kazası. En büyük ablamın düğününde araba çarptı bana karşıdan karşıya geçerken. Düğün arabasına gidiyorum karşıya geçeceğim yola baktım. Arabayı yolun sonunda gördüm. Tam geçerken araba geldi güm diye çarptı bana. Havalandım ve bizim arabanın oraya düştüm. Dizlerimin üstüne düştüm duruyorum böyle şoktayım. Bana çarpan herif kaçmaya çalıştı. Ablamın kayınpederi önüne geçti. Arkadan abilerimiz camları filan kırdılar. Adamı çıkardılar. Pis daldılar. Hemen ambulans geldi baktılar bana. Ama o adam ağır yara aldı yani.

Kaç yaşındayken olmuştu?

7. Ölümden döndüğüm bir olay daha oldu Berlin’de. Gözümün önünde bir adam bir kadını vurdu. Kafasına sıktı. Kadın yemek yiyordu, sırtı bana dönüktü. Ben de yolda birini görmüştüm, durdum konuşuyoruz. Bam diye ses duydum bir döndüm adam silahı kadına doğrultmuş, kasın devriliyor. Adam silahı indirdi bana döndü. Dizlerinin bağı çözüldü sonra topladı ceketiyle örttü silahı. Arkasını döndü yürümeye başladı. Ben de arkasından yürümeye başladım, neden bilmiyorum. Bisikletli bir çocuk adama bağırdı. Herif çıkardı bam bam diye iki kere sıktı çocuğa. Adam gitti çocuğun kafasına sıktı bir de. Onu da görünce arkamı döndüm koşuyorum. Gidelim dedim arkadaşlara. “Yok bakalım” dedi biri. Polis geldi o sırada kaldık orada biz. 5.5 saat boyunca sorgulandık.

En güzel üç hatıran?

Müjde’yle evlenmeye karar vemem, rapten vazgeçmeme kararı aldığım anların toplamı ve 24 Eylül 2004’te Almanya’dan Türkiye’ye gelmem.

* En sevdiği bilgisayar oyunları PES 08, Call Of Duty, Need For Speed Underground.



* En sevdiği kitaplar olarak Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesi, “Kayıp Hikayeler”,”Hobbit“ gibi kitaplarını, ayrıca Jack London’ın “Kurt Dölü” ve Carlos Castaneda’nın “Don Juan’ın Öğretileri”ni gösteriyor.


* En sevdiği filmler “Kamikaze” (Luc Besson’un filmi), “Yüzüklerin Efendisi”, “Star Wars” ilk üçleme, “Full Metal Jacket”, “Şiddetin Tarihçesi” ve “Şark Vaatleri”.


* Takılmayı en çok sevdiği mekan evi.


* Dart tahtasına fotoğrafını koymak istediği kişi RTÜK başkanı.


* Sevdiği diziler Canım Ailem, Breaking Bad ve gülmek için Kurtlar Vadisi :)


* İlk satın aldığı albümler Bobby Brown’ın “Don’t Be Cruel” ve bir Milli Vanilli albümü. Daha öncesinden Bülent Ersoy’un “Biz Ayrılamayız”ı ve İbrahim Tatlıses’in “Aşıksın”ı da almış.
* Fuat sosyal sorumluluk projelerine çok önem veren bir isim. En son İKSV ile birlikte Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda LÖSEV vakfından bir grup lösemi hastası çocuğa workshop verdi. Hayatının en değerli anlarından biri olarak gösteriyor bunu…


Doğu Yücel & Fulin Aktuna

Blue Jean - Temmuz 2009

OKY


"İPEK VE BURAK RÜYALARIMA GİRİYORDU!"



Uykusuz çizerlerinin kitapları çıktıkça kendileriyle özel röportajlar yapmaya devam ediyoruz. Sırada “Çarpışma” nın 2008 sonuna kadarki tüm bölümlerini bir kitapta toplayan Oky var.


KARİKATÜR VE MÜZİK


Daha önce röportaj yaptığımız çizerlerin hiçbiriyle (inanılmaz komik müzik karikatürleri çizen Umut Sarıkaya ile bile) adam akıllı bir müzik muhabbeti yapamadık. Oky farklı, o bizden :) Blue Jean & Headbang okuyor, konserlere gidiyor, genellikle rock/metal dinliyor ve gelişmelerden uzak durmuyor. Bu özelliğini, çizdiği tiplerin muhabbetlerinden de anlayabilirsiniz. Dergide Metallca’nın “Death Magnetic”i ve albümün “Guitar Hero” versiyonu hakkında tartışırken, aynı hafta “Çarpışma” daki Burak’ın da bu muhabbeti yaptığını görünce, Oky’e karşı doğal bir yakınlık duyuluyor haliyle :) Sadece müzik hakkında ise bir seri yapmadı hiç, bizce yapsa süper olur :) Müzisyen arkadaşları olduğunu (mesela Pentagram üyeleri) ama bir aradalarken müzik muhabbeti pek dönmediğini anlatıyor Oky.


KİTAP ÇIKTI, HİKAYE BİTTİ (Mİ?)


Kimse “Cihangir’de Bi Ev” den sonra dizi kafasında takip edilebilecek yeni bir serüven çıkacağını düşünmüyorken, bir anda “Çarpışma” daki Burak ve İpek’in takipçisi oluverdik. Onların cümlelerine, triplerinde, takıntılarında, kavgalarında, saçmalıklarında, sevişmelerinde, ayrılıklarında, barışmalarında, ihanetlerinde, aşklarında kendimizi gördük. “Bana birçok mail geldi bu durumla ilgili. Saymakla bitmez… Hatta adı İpek ve Burak olan çiftlerin sayısı çokmuş, ‘bizi mi çiziyorsun ya?’ diye soruyorlar” dediğinde Oky, aklıma geliyor ki, Burak-İpek adında bir çift tanıyordum ben de :) “Bir de ‘Burak sen misin?’ diye soruyorlar. Alakam yok. Ama o tiple aslında hepimizin bir alakası var işte :) Bazı detayları özellikle sokmadım o hikayeye. Mesela ailelerini, mesela ne iş yaptıklarını falan gibi… Ama sonra sıkıldım bundan da. Aslında çok karakterli seriler çizerken sıkılıp az karakterli bir şeyler çizmek istediğimde başlamıştım ‘Çarpışma’ya ama şimdi anladım ki, çok karakter olmasını istiyorum tekrar. Hikaye, aileler ile tanışma durumuna gelince çizmek istemedim pek. İpek ve Burak artık rüyalarıma giriyordu, ara iyi oldu. ‘Bitti’ demiyorum, belki ileride yaparım gene bir şeyler ama şu sıralar değil.” Diyerek durum hakkında son bilgileri veriyor bize Oky. “Çarpışma”nın 2008 sonuna kadar olan tüm bölümlerinin yer aldığı kitap çıktı. Henüz tanışmadıysanız Burak ve İpek yeni arkadaşlarınız olabilir, bizden söylemesi…


* Gerçek adı Oktay Gencer.


* Mizah tarihimizin hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip, en özgün sanatçılarından biri.


* Önemli mizah dergilerinin birçoğunda (Pişmiş Kelle, Leman, L-Manyak, Lombak, Penguen) çizdikten sonra yola Uykusuz ile devam ediyor.


* Onu özel kılan; çizim yeteneğinden çok, oluşturduğu seriler, bu serilerde yarattığı karakterler ve onların dilleri. “Zavallı Polat”, efsanevi “Cihangir’de Bi Ev”, “Saftirikler”, “Şebo”, “Kızlarla Ben” ve “Çarpışma”…


* Seni, beni, bizi anlatan bir uslüp, dibine kadar gençlik mevzuları ve Beyoğlu kültürü…


* Yeni bir köşesi var, adı “Barış Ve Diğer Öbür Herkes”. Burak ve İpek’le aynı ortamların çocuğu aslında Barış. Ama bu hikayede, sayıca daha fazla sabit karakter olacak gibi.


Sadi Tirak & Fulin Aktuna
Blue Jean – Temmuz 2009

ALEXANDER RYBAK


Eurovision yarışması tartışma konusu olmaya devam ederken yeni yetenekler açısından önemli bir yeri olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu yılın birincisi ve son gözdemiz: Alexander Rybak.

Moskova’da düzenlenen 54. Eurovision yarışmasında Norveçli genç müzisyen Alexander Rybak ‘Fairytale’ şarkısıyla açık ara birinciliği aldı. Şarkı favoriler arasında gösteriliyordu; yine de beklenmeyen bir sonuç ortaya çıktı. Çünkü Norveç birinci olmakla kalmadı, tarihin en yüksek puanını alarak Finlandiyalı grup Lordi’nin elinde bulunan rekoru da kırmış oldu. Bu da dikkatleri birinciliğin sahibi Alexander Rybak’a çekti.
Bir gecede herkesin, özellikle de kadınların sempatisini kazanan; özellikle Brad Pitt ve Zac Efron’a benzetilen bu genç müzisyeni daha yakından tanımak gerekirse; Alexander Rybak 1986 doğumlu. Sovyetler Birliği’nin içinde bulunan Minsk bölgesinde doğdu. Sovyetler birliğinin dağılmasıyla 4 yaşındayken ailesiyle birlikte Norveç’e taşındı. Annesi ünlü bir piyanist, babası da ünlü bir keman sanatçısı olunca Alexander 5 yaşından itiraben enstrüman çalmaya başladı. Daha sonra da müziğe olan ilgisini kesmedi genç sanatçı ve Norveç’in Popstar yarışmasına katılıp yarı finale kadar çıktıktan sonra 2006 yılında Norveç Devlet Televizyonu tarafından düzenlenen yetenek yarışmasını kendi şarkısı olan ‘Foolin’ ile birici oldu. Bir yandan da önemli müzisyenlerle çalışmalarına devam etti sempatik şarkıcı. A-ha grubunun solisti Morten Harket bunlardan biri. İnsan çok yönlü olunca müzisyenlik de kesmiyor işte, Alexander da bir süre oyunculuğa adım attı. “Damdaki Kemancı” müzikalinde canlandırdığı kemancı rolüyle büyük beğeni kazandı.
Gelelim Eurovision galibi şarkı ‘Fairytale’ e. Müziğiyle Rus ve Norveç halk ezgilerini anımsatan, sözleriyle de masumiyeti anlatan bu şarkının söz ve müziği Alexander’a ait. Bunun da birinciliği almasında büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Şarkının çok güzel olmasının yanı sıra onu görür görmez kanımızın ısınmasına sebep olan sempatikliğinin de bu zaferde rolü büyük. ‘Fairytale’ (peri masalı) ile büyük başarı elde eden Rybak 2 Haziran’da yayınlanacak olan “Fairytales” (peri masalları) isimli ilk albümüyle daha büyük bir başarıyı hedefliyor. Kendisini çoktan yakın markaja aldık, takipteyiz…

"FAIRY TALE" İN PERDE ARKASI

Şarkının birincilik sonrası ortaya çıkan bir de magazinsel boyutu mevcut. Kendisi gibi müzisyen olan beş yıllık kız arkadaşı Ingrid Berg Mehus, başka bir erkek için Alexander’ı terk ediyor ve adamla nişanlanıyor. Aşk acısı çeken Alexander da bu şarkıyı yazıyor. Yarışma sonrası mikrofonların döndüğü esas kızımız şöyle dedi: “Şu an nişanlıyım ve açıklama yaparak onu üzmek istemem.” Bu kadar güzel bir şarkıya bu kadar soğuk tepki veren esas kızı kınıyor ve “Alexander sen daha iyilerine layıksın” diyoruz :)


Fulin Aktuna
Blue Jean - Haziran 2009

ZARDANADAM

SANAT ESERİ NEDEN SATILIR Kİ?

Zardanadam'ın 5. stüdyo albümü "Kafam Seninle Güzel" çıktı. Albüm gene ücretsiz dağıtılıyor.

Son albümün grubun müzikal olarak gelişimindeki yeri ve diğer albümlerden farkı nedir?

Zardanadam'ın oturmuş bir sound'u olduğunu düşünüyoruz, onu korumaya çalıştık. Albümün prodüktörlüğünü kendimiz üstlendik. Süpervizörlüğünü ise Deniz Yılmaz (Kurban) yaptı. Eski çalışmalarımıza göre daha hüzünlü, olgun bir albüm oldu. Bu biraz da gerçek hayatlarımızın yansıması herhalde. Yine de hüzünle umut arasında bir denge kurmaya çalıştık. Kendimizce "kıyısından yakalayanlar"a bir mektup göndermeye çalıştık. "Yalnız değilsiniz" dedik, "zarları yeniden yuvarlayın" dedik. Umarız mektup adresine ulaşır. İlk aldığımız tepkiler çok iyi.

Albüm ismi olarak neden "Kafam Seninle Güzel"i seçtiniz?

Kafamız onunla güzeldi :) Bu cümle, çok katmanlı anlamları olabilecek keyifli bir cümle. Hayata, aşka ya da kafanızı güzel yapabilecek her şeye söylenebilir. Hüzünlü bir ironisi var. Stratejisi olan bir grup değiliz. Böyle olsun mu dedik? Baktık içimiz ısındı. Şirket yok, karışan yok. Biz de koyduk.

Oluşum süreci nasıldı?



Bu albümü iki sene önce yayınlamayı düşünüyorduk. Planladığımız zamana yetişmedi, hayatlarımız da bizi zorlayınca biraz gerildik. Ara verme kararı alıp, vites küçülttük. Bir süre sonra buzları eritip, tekrar çalışmalara başladık. Sonra, Deniz Yılmaz devreye girdi. Dört şarkının düzenlemelerinde aktif rol aldı. Albümün genel soundu üzerinde önemli etkileri oldu. Amfi, mikrofon, gitar manyetiği seçimlerinden tutun, şarkı sözlerine kadar birçok konuda bize destek oldu.

Satışa çıkmış bir albümünüz var. Böyle bir albüm çıkarma nedeniniz bir çeşit kartvizit olması mıydı?

İki albüm yapmıştık. Dinleyicilerimizle iyi bir ilişkimiz vardı ancak müzik endüstrisinin içinde belli bir kesim bu çalışmaları albüm olarak nitelendirmiyordu. İnsanları ücretsiz olarak paylaşılmaya hazır bir çalışmanın varlığından bile haberdar edemiyorduk. Peki dedik, bir tane de böyle bir albüm ("Dibini Gör") yapalım bakalım. Kendi olanaklarımızla ve arkadaşlarımızın desteğiyle çekilen kliplerimiz bazı televizyonlarda yayınlandı. Dergilerden röportaj için gelmeye başladılar. Yani "Dibini Gör"ün Zardanadam diye bir grubun var olduğunun anlaşılmasında bir ölçüde katkısı olduğunu kabul ediyoruz. Ama o dönemde biraz müzikten soğuduğumuzu, yorulduğumuzu da hatırlıyoruz. Neyse ki geride kaldı. Artık bu albümün de hakları bizde. Dinleyicilerimizle sitemizden diğer tüm albümlerimiz gibi ücretsiz paylaşıyoruz.

Yeni grupların sizin yolunuzdan gitmelerini ister misiniz?

Giden gruplar var. İlgililer, nasıl yapacaklarını soruyorlar, biz de elimizden geldiğince anlatıyoruz. Bedava albüm dağıtan birçok müzisyen var artık. Bırakın bilinmeyen grupları, Radiohead, Madonna, bizden Yakup, Ceza bile yaptı bunu. Biz bu şekilde beş albüm yaptık, bundan sonra da bu yoldan gideceğiz. Ama bu abartılacak, konu edilecek bir şey değil. Bizim için önemli olan içimize sinen, derinlikli bir albüm yapmış olmamız. Ayakta ve hala bir arada olmamız. İnsanların şarkılarımızı dinleyip keyiflenecek, hüzünlenecek, hayaller kuracak olması. Bu ay on tane albüm çıktı ve hepsi aynı gün içinde internete düştü. Yani biz bedava dağıtmışız, dağıtmamışız birçok dinleyici için bunun önemi yok. Onlar için zaten hepsi bedava. Sorulması gereken asıl soru belki de şu: Bir müzik ya da sanat eseri zaten neden satılır ki?

Başka bir açıdan bakıldığında bu iş masraflı değil mi?

Kazandığımız bir liraya bile dokunmadık. Konser gelirlerini bir kenarda tutuyoruz. Kayıt, mix, mastering, klip ücretini karşılayabiliyorsak bu yönde harcıyoruz. Parayı ödünç almış gibi oluyoruz insanlardan, bir şekilde geri veriyoruz. Çok masraflı bir iş değil aslında, büyük hırslarınız yoksa kendi kendini çeviriyor. Zardanadam'ın etrafında güzel insanlar var. Mesela kapak tasarımımızı gitarist Umut Töre (Hayko Cepkin) yaptı. Geçen albümlerde Tibet Ağırtan'ın çok büyük destekleri oldu. Bu albümde Deniz Yılmaz'ın hakkı ödenmez. Dostluk ve dayanışma hâlâ yaşıyor.

Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

Şarkılarımızın tamamı sitemizden indirilebiliyor. İsteyenler myspace adresimizden de tüm albümü dinleyebilir. "Kafam Seninle Güzel"in ön, arka ve iç kapakları sitemizde basılabilir halde mevcut. zardanadam@zardanadam.com a mail atanlara albümü kargoyla yollayabiliriz.


www.zardanadam.com
www.myspace.com/zardanadamfans

Fulin Aktuna & Burak Ünveren
Blue Jean - Haziran 2009

OPETH


Müziğin sınırsız bir okyanus olduğu bir gerçek ve dinleyicinin de farklı seçeneklerde kaybolma ihtimali çok yüksek. Tüm bu seçenekleri ortak noktada buluşturup özgün kalmayı başarabilen Opeth, adeta okyanusta bir girdap oluşturdu ve dinleyiciyi içine çekmeyi başardı.
Bu başarı günümüzde hala farklı bir şeyler yapılabileceğini kanıtlıyor. Yarattıkları girdap birçok türü içinde barındırıyor,bu da zaman zaman fanlar arasında tartışmalara neden oluyor.


KALIPSIZ MÜZİK!


Her konuda kavram kargaşası yaşanan günümüzde, müzik türlerini ısrarla belli kalıplara sokmaya çalışmak ne kadar gerekli acaba? Artık pek çok tür birbiriyle karışıyor, en alakasız dediğimiz türler birleştirilerek ortaya 'deneysel' işler çıkarılıyor. Kaldı ki müzik belli bir matematiği olsa dahi bağımsızdır, algılanır ve hissedilir. Opeth bu kategorize edilme durumuna karşı müziğiyle tavır almış ve bu konuda oldukça başarılı olmuş bir grup. Tabii ki grubun müziği belli başlıklar altında toplanmaya devam ediyor. Başta progresif olmak üzere; death, blues, jazz... Liste kişiye göre değişiyor, uzadıkça uzuyor. Opeth bu türlerin hepsini içinde barındırıyor ama aslında hiçbirine benzemiyor. Dinleyici de artık her brutal vokalin death metal, her depresif melodinin doom metal olmadığının farkında. Bir de zaman kavramı var tabii. Mikael Akerfeldt 70’lerin geniş rock ve blues arşivinden etkilendiğini gizlemiyor ama grubun müziği çok daha öncesinden, günümüzden ve hatta gelecekten ezgilerin bir araya getirilmiş hali diyebiliriz. Kuşkusuz zaman ve tür kaygılarından sıyrılmak Opeth'i daha cesur ve özgün kıldı. Grup her albümde farklı yönlere doğru gidiyor ama bunu kendi içinde bütünlüğünü koruyarak yapıyor. Kimi zaman dinleyiciyi şaşırtsa ya da çelişkiye düşürse de Opeth severler her farklı şarkıdan ortak bir Opeth hissiyatı yakalamayı başarıyor.


"WATERSHED" VE SONRASI...


Son albüm “Watershed” de bilinen tartışmalara yol açtı. Bu aslında Opeth'e özgü bir durum değil. Tarzını oluşturmuş her grup farklı bir türe yöneldiğinde ya da grupta eleman değişikliği olduğunda bu tür eleştirilere maruz kalır. Opeth son albümünde bu iki durumu da yaşadığı için doğal olarak sonuçları da aynı oldu. Önce davulcu Martin Lopez sağlık sorunlarıyla gruptan ayrıldı ve yerine Martin Axenrot geçti. Daha sonra da gitarist Peter Lindgren yerini eski Arch Enemy gitaristi Frederic Akesson'a bıraktı. Dinleyici de bu anlamda ikiye bölünmüş oldu; eski karmaşık kompozisyonlu sert albümleri, çift gitar partisyonlu şarkıları özleyenler Opeth'in eleman değişikliği sonucu kimyasının değiştiğini; piyasaya yönelik şarkılar yaptığını ve özgünlüğünü kaybetmeye başladığını düşünüyorlar. Gidişattan memnun olanlar ise bundan sonra benzer şarkılar yapmanın grubu tekrara düşürmekten başka bir işe yaramayacağını, Mikael Akerfeldt'in bu noktada yön değiştirmesinin akıllıca bir hareket olduğu görüşünü sürdürüyorlar. Opeth her şeye rağmen kendine özgü müziğini yapmaya devam ediyor ve müziğini paylaşmak için kısa bir aradan sonra tekrar ülkemizi ziyaret ediyor. Daha önceki konserleri kaçıranlar ya da Opeth’in olgunluk dönemine şahit olmak isteyenler için bu büyük bir fırsat.
Konserler kuşkusuz müziğin en iyi hissedildiği yerlerdir. Opeth de müziği en iyi hissettiren gruplardan olduğuna göre ortaya çıkacak enerjiyi az çok tahmin etmek mümkün. Uyumadan göreceğiniz güzel bir rüyaya hazır olun.

Fulin Aktuna
Headbang - Nisan 2009